Ebru Nil Aydın, Barış Akarsu’nun Annesini Canlandırıyor…
Ebru Nil Aydın, 33 yıllık tiyatro sanatçısı, oyun yönetmeni, ressam, dizi ve film oyuncusu… On parmağında on marifet var… Onu, 18 Kasım’da gösterime girmeye hazırlanan “Barış Akarsu Merhaba” filminde Barış’ın annesi rolüyle izleyeceğiz. Ebru Nil Aydın, TRT dizisi “Teşkilat”ın ekibine de bu sezon katıldı. Orada da bir anne rolünde. Ancak kendi deyimiyle Barış’ın annesi rolü “en acılı anne rolü.”
USTALAR HAYATININ AKIŞINI DEĞİŞTİRİYOR…
Onun için elbette tiyatro sahnesinin önemi ayrı… Öyle ki uğruna başka bir tutkusu resim eğitiminden vaz geçiyor. Hem de diplomasını almaya bir yıl kala! Yaşamı ancak filmlerde görebileceğimiz bir karşılaşmayla tamamen değişiyor… Herkesin imreneceği bir şans bu aslında! Büyük usta Haldun Taner’le karşılaşma, konservatuvar sınavlarını kazanma ve başka bir üstat Cüneyt Gökçer’in tavsiyesiyle tiyatro sahnesine çıkış. Ve çıkış o çıkış…
Ebru Nil Aydın ile 28 yaşında ani ölümüyle herkesin yüreğini yakan Barış Akarsu’yu, filmde canlandırdığı annesi Hatice karakterini ve tabii tiyatro yaşamını konuştuk, biz sorduk o da içtenlikle sorularımızı yanıtladı…
-Barış Akarsu Merhaba” filminde acıların en büyüğü evlat acısını yaşayan anne rolündesiniz. Tiyatro, dizi ve filmlerde defalarca anne rolünde oynadınız. Ancak bu rol, gerçek yaşam öyküsünden alındı. Nasıl bir duygu yoğunluğu yaşadınız?
-Ben yayınlandığı 2000’li yıllarda “Akademi Türkiye” yarışmasını zaten izliyordum. Barış Akarsu’yu çok sevmiştim, çok beğenmiştim. Ve o röportajlarında annesi Hatice Hanım’ı da hatırlıyorum. Dolayısıyla çok gurur duydum beni bu rolde oynamak için seçtiklerinde, çok mutlu oldum. Çok yüksek ölçüde de benzettikleri için seçildim diye düşündüm. Tabii oğlunu kaybeden bir anneyi oynamak çok insanı üzen, inciten bir durum…
-Rolünüze nasıl hazırlanırsınız? Empati kurar mısınız?
-Tabii, normalde kendi malzememizden çıkıyoruz oyuncu olarak. Duygularımızdan, bedenimizden, içselleştirdiğimiz kavramlardan, bütün yola çıktığımız nokta oyunculukta bu. Hatice Hanım’ın röportajlarını izleme şansım oldu, internette araştırdım. Röportajlarında ailesine çok bağlı olduğunu, gençlere çok bağlı, çok temenniler veren bir kadın olduğunu gördüm. Oğlunun hep arkasında, destekleyen bir kadın. Empati kurarak, röportajlarını dinleyerek role hazırlandım. Kendimi onun yerine koyarak; ben ne hissederdim, ben nasıl yaşardım o duyguları diye onu düşünerek, gözlemleyerek…
-Bu rol en acılı rolünüz diyebilir miyiz?
-Çoook.. Barış Akarsu’nun ölüm haberini televizyonlarda duyduğumda ne kadar içim yandıysa, ne kadar üzüldüysem, ne kadar şok olduysam aynı şeyi annesi Hatice Hanım’ı oynarken de yaşadım. Yani empati kurma, yerine geçmek ise bir anne ne hissederse o gün ben de onu hissettim haberinde. Kuşkusuz bir annenin yaşadığı acı kadar olamaz ama hayattaki en büyük kayıplardan birinin evlat kaybı olduğunu düşünüyorum. Evlat kaybı korkunç bir duygu, bunu düşünmek bile başlı başına oynamam için beni fişekleyen bir şeydi.
-Filmin can alıcı sahnesi var… Doğum gününü kutlamak için oğlu Barış’ı arıyor Hatice anne. Ancak karşı tarafta derin bir sessizlik. Kesin bir şey oldu diye düşünüyor ve en kötüsü oluyor… Sevdiklerinizi arayıp ulaşamadığınızda kaygı duyar mısınız? Veya bu filmden sonra artık hep yüreğiniz “acaba” der mi?
-Uzun süre açılmadığında telefon veya uzun süre haber alınmadığında ben de aynı şeyi duyarım, kaygılı birisiyimdir normalde de. Bu tabii çok merak ettiren bir durum ki nitekim uzun süre açılmıyor telefon. Bazen öyle olur ya hissetmek, annenin oğluyla ilgili bir problemi hissetmesi gibi bazı sevdiklerimizle ilgili ulaşamama durumunda heyecanlanırız.
“ANADOLU ROCK HAYRANIYIM”
-Barış Akarsu şarkılarını dinler miydiniz? Ne tür şarkılar dinlersiniz?
İtiraf etmeliyim ki ben rock müzik severim (gülüyor). Gerçekten Anadolu rock’ı çok severim, Barış Mançolar, Cem Karacalar, Moğollar.. Gençliğimizde hep o şarkılarla büyüdük o yüzden Barış’ın da yarışmada seçtiği şarkılar genelde Barış Manço’dan Cem Karaca’dan şarkılardı. Dolayısıyla çok sevildi. Oylar ona yürüdü yani, çok da güzel söyledi.
“BARIŞ ÇOK SEVİLİYOR AMASRA’DA”
-Bir söyleşinizde birbirini seven, anlaşan ekibin buluştuğu setler sonrası meydana gelen işlerin daha başarılı olduğunu vurguluyorsunuz… “Barış Akarsu Merhaba” filminin seti nasıldı?
-Ben tiyatro kökenli olduğum için, devlet tiyatrosu oyuncusu olduğum için aynı zamanda da rejisörü olduğum için genelde alışverişi çok yüksek olan, birbirini iyi dinleyen, birbirini iyi anlayan, prova sürecinde çok keyifli çalışmalar yapan oyuncuların yaptığı oyunların çok başarılı olduğunu gördüm. Hakikaten bu benim çalıştığım bütün oyunlarda gördüğüm bir şey. Çünkü birbirinize yardım edersiniz, birbirinizi dinlersiniz, yüksek algı oluşturursunuz oyunlarda. Dolayısıyla bunun setlerde de geçerli olduğunu gördüm. Problemsiz, kavgasız, gürültüsüz, neşeli çalışılan setlerde de iş iyi çıkıyor. Çünkü o oynadığınız anda gözünüzdeki elektrik, karşınızdaki oyuncuya aks ettirdiğiniz elektrik karşıdan da çarpışınca hakikaten seyirci bunu anlıyor, hissediyor. Dolayısıyla “Barış Akarsu Merhaba” seti de gayet keyifli bir setti. Zaten Amasra’daydık, mekan olarak da çok güzel bir yerdeydik. Çok çabuk insanlar birbirine alıştı. Genelde set sonrası hep beraber buluştuk. Otelde kaldığımız için akşamlarımızı birlikte geçirdik. Yaklaşık 10 gün kaldım Amasra’da.
-Amasra halkının ilgisi nasıldı?
Halkın ilgisi çok güzeldi çok. Zaten çok seviliyor Barış Amasra’da. Çok yardımcı oldu Amasra halkı. Biz ordayken Barış’ın annesini 6-7 ay önce kaybetmişlerdi…
– Daha önce birlikte çalıştığınız oyuncular var mıydı?
-Hüseyin Avni Danyal ile daha önce birlikte çalışmıştım çünkü devlet tiyatrosu oyuncusuyuz ikimiz de, ikimiz de Ankara kökenliyiz, o da Ankara Devlet Tiyatrosu’ndandı. Birbirimizi çok iyi tanırız. Çok da çalıştık beraber.
HALDUN TANER: SAHNE SEMPATİSİ NEDİR BİLİR MİSİN?
-Uludağ Üniversitesi resim bölümünde okurken boş vakitleri değerlendirmek için tiyatroya da adım atıyorsunuz. Hatta resim bölümünü 4. sınıfta bırakıyorsunuz. Haldun Taner ile tanışıyorsunuz ve yaşamınız değişiyor. Sizden dinleyebilir miyiz?
-Uludağ Üniversitesi’nde resim okurken Bursa Devlet Tiyatrosu oyuncuları üniversitenin tiyatro kolunu çalıştırıyorlardı. Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı” oyunu çalıştırılıyordu. Ekip vardı, tamamdı, ben de küçük bir role dahil oldum. Girdim Keşanlı Ali’nin ekibine. 1982 veya 1983 senesi. Boğaziçi Üniversitesi Amatör Tiyatrolar Şenliği’ne gittik. Haldun Taner geldi oyunu izlemeye. Tabii çok heyecanlandık. Haldun Taner, oyunun yazarı gelmiş oyunumuzu izlemeye ve biz amatör bir tiyatro kulübüyüz. Bu daha da heyecanlandıran bir şeydi. Oyun bitiminde hepimizi alkışladı. Herkesin içinde “Siz” dedi, “Siz de çok iyiydiniz.” Beni işaret etme ihtimalini o kadar mümkün bulmuyorum ki. Mümkün değil beni işaret etmiyordur diye düşündüm. Herkes “Yok seni gösteriyor öne çık” dedi. Çıktım öne, “Siz” dedi, “Siz de çok iyiydiniz” dedi. “Teşekkür ederim” dedim, küçücük bir rolde beni görmesi. Sonra imza için gittiğimde bana “Sahne sempatisi ne demektir biliyor musun, sahneye çıktığın zaman bütün seyirciyi avucunun içine alırsın, sende öyle bir şey var, sahne sempatisi var, bu işi, bu mesleği profesyonel düşün” dedi. O oldu…
-Haldun Taner ile tanışmanıza kader, şans diyebilir miyiz? Kadere inanır mısınız? Size farklı bir kapı aralıyor çünkü…
-Şans da diyebiliriz. Bu benim hayatımı değiştiren büyük bir şanstı yani, kaderdi. Hakikaten kader insan hayatını dönüştürüyor ve değiştiriyorsa kader diyebiliriz. Onun o gece oraya gelmesi bana bu cümleleri kurması, benim demek ki bu mesleği seçmem lazım, demek ki bana yol gösteriyor Türk tiyatrosunun en önemli yazarlarından biri, bana bir yol açtı, benim hayatımı değiştirdi yani. Ondan sonra konservatuvar sınavlarına hazırlandım. Aynı şeyi Cüneyt Hoca (Gökçer) da söyledi. “Sınavda bütün hocalardan artı aldın” dedi Cüneyt Gökçer. Cüneyt Hoca ile okulu bırakmam konusunda konuşmuştum. “Okulu bırakayım mı, devam edip bitirip ondan sonra mı konservatuvara geleyim” dedim. “Hemen, derhal bırak ve buraya gel” dedi konservatuvara ve ondan sonra hayatım değişti.
“TİYATRO HİÇ YOKTU AKLIMDA”
-Hala resim yapıyor musunuz? Sergi açmayı düşündünüz mü?
-Resim devam ediyor. Sergi açacaktım. 40-45’e yakın resmim var evde. Hazır duvarlarımda. Resme de yetenekliydim. Tiyatro hiç yoktu aklımda, yeteneğim var mı yok mu? Öyle bir şey yoktu içimde. Meğerse varmış! Üniversite tiyatrosunda hobi olarak başladım. Çocukluğumda çok film seyrederdim. Sinema benim ayrı bir tutkum. Çok hayran olurdum oyunculuklara ama benim bu mesleği seçeceğim hiç aklımın ucunda değildi.
-Ne zaman resim yaparsınız?
-Genelde çok stresli olduğum zamanlar… O beni çok dinlendiren birşey. Fakat iki işi aynı anda yapamıyorum. Yani aynı anda oyunculuk aynı anda resim yapamıyorum. Çünkü gece yattığım zaman ya oyunculuk, sahne düşünüyorum ya da oraya kırmızı mı atayım, mavi mi atayım? Gece uykuya yatmadan önce kafamda yaptığım işle ilgili fikirler ürüyor. Birinden biri daha öne çıkıyor… Ama eğer tiyatro yoksa eğer oyunculuk yapmıyorsam o zaman direkt resimle uğraşıyorum.
ANKARA’DA TİYATROYA DEVAM
– Şu an Teşkilat dizisinde rol alıyorsunuz. Tiyatro devam ediyor mu?
-Var, Ankara’da 4 yıldır oynadığım bir oyunum var: “Gidion’un Düğümü.” Johnna Adams’ın yazdığı. Haftada 3 gün oynuyoruz ama dönem dönem. Yani her hafta oynamıyoruz. Aralıkta oyunumuz olacak.
“BELLİ BİR YAŞ GRUBU HEP ANNE ROLÜNDE!”
-Sinema veya tiyatroda veya dizilerde sizi en çok ne tür konular heyecanlandırır, kadın meseleleri, tarihi, drama, duygusal yapımlar diye sorsak..
-Bir oyunculuğun yaratıcılığını destekleyecek, yaratıcılığını öne çıkaran roller beni heyecanlandırıyor. Mesela tarihi roller, komedi oyunları diye genellemeyeyim çünkü hepsi bir oyuncuyu heyecanlandırır ama rolün nitelikleri önemli. Zorlaştıran bir kötü karakter de oynayabilirsiniz daha zorlaştıran, daha kaos yaratabilecek daha psikolojik derinlikleri de tercih ederim. Genelde bizim yaş grubumuz, yani artık anne rolleri oynuyoruz. Kadınlar belli bir yaştan sonra artık anne rollerine gidiyoruz. Maalesef ki..
-Tiyatro farklı ama…
-İşte bu yüzden tiyatroyu bırakmıyorum.
-Teşkilat dizisinde hangi roldesiniz?
-Orada da anne rolündeyim.
-“Gidion’un Düğümü” adlı tiyatro oyununda peki?
-Orada tamamen farklı bir rol oynuyorum. Beş günlük ceza verdiği öğrencisinin intihar etmesi üzerine öğrencinin velisi tarafından sorgulanan bir öğretmeni oynuyorum. Müthiş bir oyun. O yüzden de bir oyuncu olarak asla tiyatrodan kopmuyorum, çok geniş bir yelpazede oynadığım bir rol, tiyatroda da öyle.
“BENCE ÇOK MERAKLI OLAN BİLİR”
-Babanız askeri doktor, Ağrı’da doğuyorsunuz, turneler nedeniyle pek çok kent gezdiniz. Filmin çekildiği Amasra’ya ilk gidişiniz mi? Gezmeyi sever misiniz? Çok gezen mi çok okuyan mı bilir?
-Babam Ağrı Askeri Hastanesi’ndeyken orada dünyaya geliyorum. Tam o sırada da Bursa’ya tayinleri çıkıyor ben 40 günlükken aile olarak Bursa’ya göçüyoruz, göçüş o göçüş. Bursa’yı çok seviyorlar, ondan sonra Bursa’ya yerleşiyoruz. Benim ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite tüm eğitim hayatım Bursa’da geçti. Babam vasıtasıyla çok şehir gezmedim mesela Ağrı’yı da hiç görmedim. Amasra’ya da ilk gidişim değil çok gittim. Gezmeyi severim, turnelerimiz nedeniyle Türkiye’de görmediğim yer kalmadı hemen hemen. Çok gezen mi çok okuyan mı derseniz bence çok meraklı olan bilir (gülüyor). Meraklı olan, bilgilenmek isteyen kişi öğrenir.
-Sahne mi set mi diye sorsak, hangisinde kendinizi daha rahat hissedersiniz?
-Valla ikisinde de ben rahat ediyorum açıkçası. Tiyatro benim 33 senedir yaptığım şey, rejisör olarak da çalıştığım için oyuncu yönlendirmeyi, çalıştırmayı da çok seviyorum.
– Yönetip oynadığınız bir oyununuz var mı?
-Yok. Onu yapmak çok zor. Sahne üzerindeyseniz eğer mutlaka bir üçüncü gözün olması gerekiyor sizin göremediğinizi görmesi için. Çünkü oyun esnasında rol çalışırken kendi rolünüzle ilgili cebelleşiyorsunuz dolayısıyla bütünü görme şansınız yok. Bu nedenle de ikisini aynı anda yapmak çok zor.
-Peki tek kişilik oyun olsa, hem yönetip hem oynamak…
-Ben buna cesaret edemezdim herhalde. Çünkü rejisörlük tamamına hakim olmanız gereken bir konu. Hem oyunculuk, hem ışık, hem dekor, hem metni takip etmeniz, bir çok bilgiye hakim olmanız gerektiren bir alan.
“GÜL’E AĞIT, GÜLDÜNYA TÖREN”
-Ne zaman yönetmen olmaya karar verdiniz?
-Yıllar önce Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda iken çok güzel bir metin teslim edilmişti elime. “Eski Fotoğraflar” diye bir oyun. Çok başarılı oldu. Kapalı gişe gitti benim yönettiğim oyun. Sonra uzun süre ara verdim. Bundan 10 sene önce Diyarbakır Devlet Tiyatrosu müdürü beni aradı. Güldünya Tören’in ölümüyle ilgili bir oyun, “Gül’e Ağıt” adlı bir oyun önlerine gelmiş proje olarak. “Gelip yapar mısın” dediler.. Bir kadın meselesi, Güldünya Tören’in kardeşi tarafından öldürülmesi büyük infial yaratmıştı zamanında. Ben bunu yaparım dedim, geldim Diyarbakır’a, çok başarılı oldu. Arka arkaya teklifler geldi. İzmir’de Cahide Sonku’nun hayatını anlatan bir oyun yaptım. Tam Ankara’da bir oyuna başlarken dedim biraz dizi çekeyim, özledim setleri.
“ZANAKS’IN MAMA KAPLARI HALA YERİNDE!”
-Hayvanlarla aranız nasıl? Evcil hayvanınız var mı?
-Vardı, maalesef 16 yaşında kaybettim köpeğimi. Zanaks’tı ismi. Antidepresanlar (gülüyor). Aynı acıyı bir daha yaşayamam diye yeniden sahiplenmedim. Hala tasması, mama kabı bıraktığım yerde duruyor, yıkıyorum temizliyorum. 2013’te kaybettim.
-Mutfağa girer misiniz? Hangi yemeği benden güzel kimse yapamaz dersiniz?
-Girerim çok da güzel yemek yaparım. Aklıma koyduğum, canımın her istediği yemeği de yaparım. İnternetten araştırırım bin tane video izlerim onunla ilgili.. .Yeter ki isteyeyim. Mesela fırında tandır… Uğraşıp yapmışlığım var. Çin yemekleri mesela…
-İzleyip unutamadığınız film…
-Üniversitede konservatuvar öğrencisiyken sinemaya gidip “Hair”i izledim, film bitti çıktım sonra tekrar gişeye gittim tekrar bilet aldım. Tekrar ikinci seansa girdim. Unutamadığım bir filmdi. İranlı yönetmen Aşgar Ferhadi’nin filmlerini çok beğenirim, özellikle “Bir Ayrılık.” Elem Klimov”un “Gel ve Gör” filmi unutamadığım yapımlardır.
-Spor yapar mısınız?
-Yürürüm, 15 bin adımı zorluyorum.
-Unutamadığınız tiyatro oyunu…
-Benim çok severek oynadığım rol Shakespeare’in oyunu Macbeth’te Leydi Macbeth’ti. Yine “Shakespeare Zorda” adlı oyunda Kraliçe 1. Elizabeth’i oynadım. Orada ödül aldım zaten. Şimdi oynadığım “Gidion’un Düğümü”nü de çok severek oynadım, öğretmen Heather rolündeyim.
“IŞIK YENERSU OLAĞANÜSTÜDÜR”
-İzlediğiniz ve sizi sarsan tiyatro oyunu..
-Konservatuvar birinci sınıf öğrencisi iken Asuman Korat bizi yönetmiş bir oyunun genel provasına götürdü ve Işık Yenersu oynuyordu. “Bir Kadın Bir Düş Bir Oyun” diye bir oyundu. Hayatımda hiç o kadar heyecanlanmadım Işık Yenersu’yu izlerken. Benim için Türk tiyatrosunun, beni oyuncu yapan aktristlerinden biridir. Hala konuşurken heyecanlanıyorum, sesim titriyor. Olağanüstü bir aktristtir Işık Yenersu. Ellerim titredi, ellerim patladı onu alkışlarken. Hiç unutamayacağım… İkinci oyun da Cüneyt Hoca’nın (Gökçer) genel provasına götürdüğü “Kim Korkar Hain Kurttan”dı. Onda da Çetin Tekindor ve Ayten Gökçer’i izlemekten büyük mutluluk duymuştum.
-Biyografi filmi çekilse kimin hayatını oynamak istersiniz?
-Net bir isim aklıma gelmedi. Tiyatronun önce kadınları Afife, Cahide çok oynanmak istenmiştir ve de oynanmıştır. Ben öncü bir kadını oynamak isterdim yani tarihi değiştiren, dönüştüren tarihi bir kimlik. Söylemleri, fikirleri, eylemleri ve düşünceleriyle öne çıkan bir kadını oynamayı isterdim. Ama çok şu isim diyebileceğim biri gelmiyor aklıma.
-Eklemek istediğiniz bir şey…
-Barış Akarsu filmi, Barış’ı bir kez daha anmak, onu hatırlamak için, onu sevenleriyle paylaşmak için bizim için, oyuncular için çok güzel bir sebep oldu. İnşallah seyirci tarafından da çok sevilir.